Şehrin en çok okunan yayını Ankara Life Dergisi olarak, içmimarlığın güçlü ve ilham verici isimlerinden Damla Buyruk’u ağırladı...
Kariyerinin 16 yılını kurumsal deneyimlerden kendi ofisini kurmaya uzanan bir yolculukla şekillendiren Buyruk, tasarımın sadece bir meslek değil, yaşamın kendisi olduğunu vurguluyor. İçmimarlık, girişimcilik, eğitim ve sosyal sorumluluk projelerini aynı anda yürüten Buyruk, hem kadın hem anne olarak ayakta kalmanın motivasyonunu hayatın içinden alıyor. Keyifli okumalar dileriz.

Damla Hanım, içmimarlık kariyerinizin 16 yılına baktığınızda; kurumsal firmalardaki deneyimlerinizden kendi ofisinizi kurmaya uzanan bu yolculuk size en çok neyi öğretti? Bugünkü tasarım vizyonunuz nasıl şekillendi?
Ankara’da doğup büyüdüm. 2009 yılında Çankaya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İçmimarlık Bölümünden mezun oldum, ardından aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü İçmimarlık Bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. Mezuniyetimden bu yana geçen on altı yılda, aktif olarak içmimarlık mesleğini sürdürmekteyim. Kariyerimin ilk yıllarında çeşitli büyük kurumsal firmalar ve mimari ofislerde görev aldım. Son altı yıldır ise kurucusu olduğum “D Interior Design Studio” bünyesinde içmimarlık, tasarım, proje, uygulama, danışmanlık ve bilirkişilik alanlarında çalışmalarımı sürdürüyorum. Meslek örgütü çalışmalarım kapsamında, TMMOB İçmimarlar Odası’nda 24. ve 25. Dönem Yönetim Kurulu Üyesi, 26. Dönemde ise Genel Merkez İkinci Başkanı olarak görev yaptım. Hâlen İçmimarlar Odası 7. Dönem Ankara Şube Başkanı olarak görevime devam etmekteyim. TMMOB bünyesindeki Kadın Çalışma Grubu ve çeşitli komisyonlarda da aktif olarak yer aldım. Akademik alanda, Çankaya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama ile İçmimarlık bölümlerinde; ayrıca OSTİM Teknik Üniversitesi İçmimarlık Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak dersler verdim. Sosyal sorumluluk projelerine önem veriyor, UCİM Derneği üyesi olarak kadın, çocuk ve hayvan haklarına yönelik çeşitli çalışmalar yürütüyorum. Ayrıca Çankaya Kent Konseyi ve Ankara Kent Konseyi çalışma gruplarında gönüllü olarak yer aldım. Kişisel blogum ve sosyal medya hesaplarımda ise mesleki paylaşımlarımın yanı sıra yaşam tarzı ve günlük hayatıma dair içerikler de üretiyorum. Evliyim ve iki çocuk annesiyim. Bu ay itibarıyla yeni adresimde, butik stüdyom olan “D Design Studio” markasını yeni projelerle geliştirmeye devam ediyorum. Bu mücadele dolu yolculuk bana, her mekânın aslında bir “yaşam hikâyesi” taşıdığını öğretti. Kurumsal firmalarda çalışırken disiplini, organizasyonu ve ekip ruhunu; kendi ofisimde ise özgürlüğü, cesareti ve yaratıcılığın sınırlarını keşfettim. Bugün tasarım vizyonum, bu deneyimlerin harmanlanmasıyla oluştu. Benim için iyi bir tasarım, sadece estetik değil; kullanıcısının tüm ihtiyaçlarını karşılayan, ona huzur, konfor ve aidiyet hissi veren bir bütündür. Yıllar içinde öğrendim ki, her proje biraz sabır, biraz duygu ve çokça empatiyle anlam kazanıyor.

"D Interior Design Studio" çatısı altında serbest içmimarlık yaparken hem tasarımcı hem girişimci olarak nasıl bir denge kuruyorsunuz? Kendi ofisinizi kurmak size neleri kazandırdı, hangi zorlukları beraberinde getirdi?
Kendi ofisimi kurmak, benim için sadece bir iş kararı değil, aynı zamanda bir özgürlük yolculuğuydu. “D Interior Design Studio”yu hayata geçirirken, hem tasarımcı olarak üretmenin tutkusunu hem girişimci olarak ayakta kalmanın sorumluluğunu taşıdım ve zorluklarını bizzat deneyimledim. Zamanla fark ettim ki bu iki kimlik birbirinden çok da uzak değil. Tasarım yaparken nasıl bir bütünü planlıyor ve detaylara dikkat ediyorsam; bir stüdyo yönetirken de aynı vizyon, sabır ve öngörü gerekiyor. En büyük kazancım, hayal ettiğim biçimde üretme özgürlüğü ve kendi kararlarımın sonuçlarını görebilme cesareti oldu. Elbette zorluklar da var: ekip ve bütçe yönetimi, süre baskısı, ekonomik dalgalanmalar, sürekli değişen kurlar ve fiyatlar… Her ay hayal ettiğim gibi bir iş potansiyeli olmayabiliyor ve giderler, gelir olmasa da devam ediyor. Ancak her defasında yeni bir şey öğreniyor, hem kendimi hem markamı biraz daha geliştiriyorum. Hayatta her güzel şeyin bir zorluğu olduğu gibi, bizim mesleğimizde de zorluklar var; özellikle kadın olarak var olmak, ayrı bir mücadele gerektiriyor. Ancak bu zorluklarla başa çıkmak, insanı güçlendiriyor ve geliştiriyor.
TMMOB İçmimarlar Odası’nda uzun yıllardır aktif görevler üstleniyorsunuz. Bugün Ankara Şube Başkanı olarak mesleğinizin geleceğine dair nasıl bir vizyonla çalışıyorsunuz?
Açıkçası, TMMOB İçmimarlar Odası çatısı altında aktif görev almak benim için her zaman büyük bir onur oldu. Bugüne kadar gururla üstlendiğim tüm görevlerde, mesleğimizin gelişimi, meslektaşlarımızın haklarının korunması ve içmimarlığın kamusal ve akademik alandaki görünürlüğünün artması için, bu yolda ciddi emek sarf eden ekip arkadaşlarımla birlikte özveriyle çalıştım. Ankara Şube Başkanı olarak vizyonum; mesleğimizi yalnızca bugünün koşullarına değil, geleceğin dinamiklerine uygun şekilde güçlendirmek. Genç meslektaşlarımızın ve meslektaş adaylarımızın daha donanımlı, bilinçli ve özgüvenli bir şekilde sektörde yer almasını önemsiyorum. Bu nedenle genç oluşumlara destek vermeye ve onları cesaretlendirmeye çalışıyoruz. Birlikte üreten, paylaşan ve dayanışmayı merkezine alan bir meslek kültürünü sürdürmek, öncelikli hedeflerimiz arasında yer alıyor.

Eğitimci kimliğinizle üniversitelerde ders vermeniz genç içmimarlara nasıl bir perspektif sunuyor? Öğrencilerle bir araya gelmek meslek pratiğinizi nasıl besliyor?
Öğrencilerle bir araya gelmek ve onlara destek olmak, beni her zaman genç, dinamik ve enerjik tutuyor. Onların gözlerindeki ışık ve heyecan, bana hem umut hem de ilham veriyor. Akademik alanda ve odamızın öğrenci oluşumlarında, öğrencilerimizin ve genç içmimarların mesleki gelişimine katkı sağlayacak plan ve programlar hazırlamaya özen gösteriyoruz.
Bu etkileşim aslında karşılıklı bir öğrenme süreci. Onlara deneyim aktarırken, ben de onların vizyonu ve yenilikçi bakış açılarıyla besleniyor ve tazeleniyorum. Birbirimizin enerjisi birbirimize geçiyor; bu sayede mesleğe her zaman genç, canlı ve en önemlisi güncel bir perspektiften bakabiliyoruz.

Sosyal sorumluluk projelerinde aktif bir rol üstleniyorsunuz. Kadın, çocuk ve hayvan haklarına dair yürüttüğünüz çalışmaların içmimarlık mesleğiyle nasıl kesiştiğini düşünüyorsunuz? Toplumsal duyarlılık mesleğinize nasıl yansıyor?
İçmimarlık, insanlığın varoluşu ile birlikte hayatın tam içinden doğan bir meslek dalı; dolayısıyla toplumsal olaylara duyarsız kalmak mümkün değil. Mekân tasarlarken aslında insanı, yaşamı ve değerleri de tasarlıyorsunuz. Bu da sizi doğal olarak daha duyarlı, daha farkında biri haline getiriyor. Kadın, çocuk ve hayvan haklarına yönelik sosyal sorumluluk çalışmalarında yer almak benim için mesleki bir zorunluluktan çok, insani bir sorumluluk anlamına geliyor. Ne yazık ki ülkemizde kadın olarak mesleki anlamda var olmak hâlâ emek ve mücadele gerektiriyor. Bu nedenle elimden geldiğince fark yaratmak, destek olmak ve görünürlük sağlamak benim için çok değerli.Bu çalışmalar bana yalnızca mesleki tatmin sağlamakla kalmıyor; insan olmanın özünü hatırlatıyor ve dünyaya geliş amacımızdaki insani sorumlulukları yerine getirmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Hem yoğun bir kariyer hem de iki çocuk annesi olarak aktif bir aile yaşamınız var. Bu çok yönlü hayat içinde ilhamınızı nereden alıyorsunuz? Damla Buyruk’u hem içmimar hem kadın hem de anne olarak ayakta tutan motivasyon nedir?
İlhamımı en çok hayatın kendisinden alıyorum. Ailemden, çocuklarımdan, öğrencilerimden, dostlarımdan, sokakta gördüğüm bir detaydan, yaşadığım şehirden, bazen de bir sessizlik anından… Hayatın içindeki zorluklar kadar, o küçük güzellikler de bana hep yeniden üretme isteği ve çalışma azmi veriyor. Kendi ayakları üzerinde duran bir anne olmak bana sabrı, sevgiyi ve şefkati öğretti; içmimarlık ise bu duyguları bir mekânın diliyle ifade edebilme gücünü kazandırıyor. Aslında ikisi birbirini tamamlıyor. Bazen yoğun tempoda çok yorulsam da, bir şekilde üstesinden gelebilme gücü, çocuklarımın gözlerindeki ışık, eşimin ve babamızın da aynı meslek grubundan olması nedeniyle gösterdiği anlayış ve destek, yaptığım işin birilerine ilham olma ihtimali, yeniden motive olmamı sağlıyor. Benim için tasarlamak sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi. Bunu öğrencilerime de hep söylüyordum: Bizler sadece mekan tasarlamıyoruz; kurduğumuz sofrada, giydiğimiz kıyafette, hayata farklı bir perspektiften bakabilme yetisi kazandırıyor bu bakış açısı bizlere. İnsanlara dokunabildiğimi, bir mekânla ya da bir detayla onların hayatına küçük de olsa bir güzellik katabildiğimi bilmek, beni hem içmimar hem kadın hem de anne olarak ayakta tutan en büyük güç. Hep derler ya, “Dokunduğun yeri güzelleştiriyorsun.” İşte bizler, içmimarlar olarak bunu gerçekleştiriyoruz.


