Ankara Life Dergisi Sunar...

Bir ülkenin gerçek refahı, yalnızca büyüme oranlarıyla değil, toplumun her kesiminin üretime katılabilmesiyle ölçülür. Türkiye’nin yükselen kadın girişimcileri, bu dönüşümün sessiz ama güçlü mimarlarıdır. Artık kadınlar yalnızca iş gücüne dâhil olan değil; fikirleriyle, yaratıcılıklarıyla, kararlılıklarıyla üretim dünyasının yönünü değiştiren aktörler haline geliyor.

 

Kadın girişimciliği, ekonomik bir başlık olmanın çok ötesindedir; bu, toplumsal dengenin, adaletin ve sürdürülebilir kalkınmanın temelidir. Kadının ekonomik yaşama katılımı, yalnızca gelir yaratmakla sınırlı kalmaz; aile yapısını güçlendirir, yerel ekonomileri canlandırır, toplumsal dayanıklılığı artırır. Kadınların üretimde yer aldığı toplumlarda eğitim yükselir, yoksulluk azalır, refahın paylaşımı adil hale gelir.

Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Türkiye, kadınların toplumsal hayatta eşit yurttaşlar olarak yer alabilmesi için köklü bir zihinsel dönüşüm başlattı. 1930’larda dünyada pek çok ülke bu konuda adım atmamışken, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Bu hak, yalnızca bir kanun maddesi değil, kadınların kamusal alanda var olabilmesinin kapısını aralayan bir simgeydi. Kadının “seyirci” değil, “karar verici” olabileceğini ilan eden bu tarihsel dönemeç, bugün iş dünyasında, sanatta, siyasette ve akademide güçlü biçimde hissediliyor.

Atatürk’ün o vizyonu, aslında bir başlangıçtı. Çünkü siyasal temsil hakkı, yalnızca sandıkta değil, zihniyette de bir eşitlik duygusu yaratır. Kadınların karar alma süreçlerine katılımı arttıkça, üretimdeki çeşitlilik de derinleşti. Bugün kadın girişimcilerin sayısındaki artış, o dönemde temelleri atılan toplumsal bilincin bir devamıdır.

Tarihimizde kadınlar, mücadele zamanlarında yalnızca birer destekçi değil, bizzat öncüydüler. Kurtuluş Savaşı yıllarında cephenin arkasında değil, tam kalbindeydiler. Halide Edip’in kalemiyle cephelerde yükselen ses, Nezahat Onbaşı’nın cesaretiyle top seslerine karıştı; Kara Fatma, Gördesli Makbule, Şerife Bacı ve adını bilmediğimiz binlerce kadın, vatanı omuzlarında taşıdı. Onlar yalnızca bir savaşı değil, toplumsal bilinci de kazandılar. Bugün iş dünyasında, bilimde, sanatta kararlılıkla ilerleyen her kadın, o karakterlerin mirasını taşır; korkmadan, geri adım atmadan, elindekini ülkesine dönüştürür.

Kadının üretkenliği, yaşamın her alanına dokunan bir güçtür. Annelik, insanlık deneyiminin en anlamlı yönlerinden biridir; ancak bir kadının toplumsal varlığı yalnızca bu kimlikle tanımlanamaz. Anne olsun ya da olmasın, her kadın emeğiyle, düşüncesiyle, yaratıcılığıyla hayatı zenginleştirir; toplumun ilerlemesine sessiz ama kalıcı izler bırakır.

Türkiye’nin dört bir yanında, kadınlar bugün kendi hikâyelerini yazıyor. Kimisi el emeğiyle markalaşıyor, kimisi teknolojiyle sınırları aşıyor, kimisi yerel üretimi küresel pazarlara taşıyor. Her biri, ekonominin görünmeyen kahramanı olarak, bu ülkenin dönüşümüne imza atıyor. Kadınların artan görünürlüğüyle birlikte, toplumun bakış açısı da değişiyor. “Yapamaz” denilenin yerini, “neden olmasın?” anlayışı alıyor.

Eşitlik, kadınla erkeğin aynı olması değil; her bireyin potansiyelini özgürce kullanabilmesidir. Kadınların önündeki engeller kaldırıldığında, yalnızca kadınlar değil, toplumun tamamı güçlenir. Çünkü bir kadının ayağa kalkışı, bir mahallenin, bir kentin, bir ülkenin kalkışıdır.

Türkiye’nin geleceği, kadınların üretkenliğiyle şekilleniyor. Sessiz, sabırlı ama sarsılmaz bir dönüşüm bu. Ve o dönüşümün kalbinde, adını bilmesek de emeğini hep hissettiğimiz milyonlarca kadın var. Onlar sayesinde, bu ülke yalnızca büyümüyor olgunlaşıyor.

Türkiye, kadınlarının aklıyla, emeğiyle, cesaretiyle büyüyecek. Çünkü kadınların olduğu yerde umut vardır. Ve umut, bu ülkenin en büyük sermayesidir.